Erol Üyepazarcı

TÜRK POLİSİYE ROMAN SEMASINDAN KAYAN  BİR YILDIZ: CELİL OKER



Rahmetli dostum Celil’in eserleri çoğu olayın, çoğu gelişmenin hatta çoğu insanın dönüp de ikinci kez bakılmaya değmediği bu dünyadan bir an için kaçmayı düşlüyorsanız, günlük rutinin sarmalından kurtulmak istiyorsanız size bu kaçış zevkini en üst seviyede veren eserledir. Zaten bu kaçış zevki için polisiye okumuyor muyuz? Nitelikli polisiye ürünlerin önemi bu değil midir?


221B Polisiye Dergisi Mayıs Haziran 2020 sayısı 





1990’lı yıllardan sonra büyük bir ivme kazanan Türk poliseye roman yazınında eskilerin deyimiyle “triumvira”nın yani bir üçlünün büyük payı vardır. Ahmet Ümit, Osman Aysu ve Celil Oker bu üçlüyü oluştururlar; yazdıkları eserlerle hem polisiye roman okuma merakını tetiklemişler hem de pek çok yazara öncülük etmişler ve daha önemlisi, edebiyat tapınağının gedikli gardiyanlarının küçümsediği bu ilginç türün önemini, gerekliliğini ve “iyi polisiye romanın iyi edebiyat olduğunu” kanıtlamışlardır. Bu üçlüden iyi bir okuru olduğum gibi komşusu ve dostu da olduğum Celil Oker’i maalesef daha pek çok eser vereceği bir yaşta kaybettik. Celil’i okur olarak 1999’da yayımlanan ilk romanı Çıplak Ceset ile tanımıştım. Şahsen tanışmam ise 2008’de Mehmet Fuat Edebiyat Ödülü’nü aldığım törende oldu. Bilgi Üniversitesi’ndeki törene katılan ve üniversitede öğretim görevlisi olan Celil’in yanıda bir öğrencisi de vardı. Daha sonra onun yolunda başarılı polisiye romanlar yazacak Çağatay Yaşmut. Bu tanışmadan sonra çok sık olmasa da ilişkimiz dostluk dozu gittikçe artarak devam etti. Birlikte panellere katıldık, sohbetler ettik ve melun hastalığın onu pençesine aldığı günlerde de ben kahroldum ama o benim üzüntümü görüp beni teselliye kalktı.

Celil Oker, 1999-2015 arasında on polisiye yapıt kaleme aldı. Bunları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz: Çıplak Ceset (1999), Kramponlu Ceset (1999), Bin Lotluk Ceset (2000), Rol Çalan Ceset (2001), Son Ceset (2004), Bir Şapka Bir Tabanca(2005), Yenik ve Yalnız (2010), Beyaz Eldiven Sarı Zarf (2011), Ateş Etme İstanbul (2013), Sen Ölürsün Ben Yaşarım (2015).

Celil’in polisiye roman yazarlığı
bir yarışmayla başladı



1999 yılında “Kaktüs Kahvesi” bir polisiye roman yarışması düzenledi; yarışmaya iştiraki özendirmek amacıyla Oğlak Yayınları da birinci olan kitabı basacağını vaat etti. Epey iştirak oldu ve Türk polisiye yazını yeni bir yazar ve yeni bir polis hafiyesi kazandı: Celil Oker ve kahramanı Remzi Ünal. Uzun yıllar reklamcılık yapmış olan Oker, polisiye roman yarışmasını Çıplak Ceset isimli yapıtıyla kazanmıştı. Romanın kahramanı özel bir hafiye olan Remzi Ünal idi ve Oker’in bundan sonra da Remzi Ünal öyküleri yazacağı anlaşılıyordu. Remzi Ünal; ellisini geçmiş, Hava Kuvvetleri’nden emekli, Türk Hava Yolları’ndan ayrılmış, ayrılma öyküsü ise karışık bir eski pilottu. Yazarımız, Remzi Ünal’ı şöyle tanımlıyordu: “Türk Hava Kuvvetleri’nden müstafi, Türk Hava Yolları’ndan kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir frequent fly’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunamayan biri.” Ünal artık uçma hevesini ancak simülatörlerde uçak uçurarak bastırabiliyor. Şimdiki işi ise müşterilerine para karşılığı verdiği özel dedektiflik hizmeti; hayatını böyle kazanıyor. Bu arada aikido çalışıyor. Çevresinde güzel kadınlara ise moda deyimle “cool” takılıyor, bekâr. Aslında Remzi Ünal ne kadın ne de erkek yakın bir arkadaşı olan, tam ABD “kara roman” okulunun dedektiflerine benzeyen yalnız bir adamdı.

İlk romanı Çıplak Ceset’te olaylar Boğaziçi Üniversitesi’nde geçer. Eroin satışına bulaşan zengin çocuğu, bu üniversitenin öğrencisi İbrahim, seviştiği ve eroine alıştırdığı iki kız Sinem ve Zuhal; üçünün birlikte çektikleri porno kaset, olayların gerisindeki mafya babası Dayı ve İbrahim’in eroin işine bulaştığını anlayıp ondan kâr ortaklığı alıp olaya göz yuman dekan Kurtar Toprak olayın diğer kahramanlarıydı. Bu ilk öyküde Remzi Ünal’ı iyice anlarız. O, yalnız kendine verilen işle uğraşır, suçluların cezasını bulması onu ilgilendirmez; Ünal’a göre bu polisin işidir. Bu arada bildiği aikidoyu da kendini korumak için bazen kullanır; ya hiç dövüşme tekniği bilmeyen üç gençten boşu boşuna dayak yememek için bu yola başvurur ya da kendine kötü davranan Dayı’nın bir adamından bileğini
kırarak öcünü alır.

Yine bu ilk romanda Oker’in söylemek istediklerini rahat ve kolay okunur bir şekilde anlattığını görüyorduk. Ayrıca kanımızca polisiye kurgu için bulunmaz bir mekân olan İstanbul’u çok iyi kullandığını da gözlemliyorduk. Öykünün ritmi ise hiç düşmüyor, muamma öğesi de tam dozunda ve kitap sürpriz finaliyle de doyurucuydu. Celil Oker’in ikinci kitabı Kramponlu Ceset (Oğlak Yayınları) yine 1999 yılında yayımlandı. Bu kez Remzi Ünal’ı tutan, bir tekstil firması sahibiydi ve parasal destekçisi olduğu üçüncü kümede oynayan bir futbol takımındaki “şike” olayını incelemesini istiyordu. Yine fettan bir kadın, yine bir şantaj olayı ve iki cinayet. Remzi Ünal olayı çözer, parayı verene anlatır ve çeker gider. Oker ikinci kitabında Remzi Ünal’ı iyice tanımamızı sağlıyordu, entrika da çok ilginçti.

Üçüncü Remzi Ünal öyküsü Bin Lotluk Ceset (Doğan Kitap) 2000 yılında yayımlandı. Remzi Ünal bu kez bir borsa şirketinin sahibi Süha Zengin için çalışıyor. Yine kadın kahramanlar başrolde. Süha Zengin’in karısı Neveser, bir cinayetin kurbanı olacak Zeynep, hırslı Nimet Çankaya ve Figen ile Remzi Ünal’ın etkisinde kalacağı tek kadın Yıldız Turanlı. Dedektifimiz bu kadar kadın arasında yine sessizce işini yapar ve “Nedeni kadın olmamdı ve işe yaradı,” diyen Yıldız Turanlı’ya gayet soğukkanlı, “Ben kadınlardan etkilenmem,” diye yanıt verir. Kadının bu sinir bozucu yanıta cevabı ise, “Tanıdığım insanların arasında yalan söyleme eğilimi en yüksek olan sensin,” olur ama Yıldız Turanlı ne derse desin Remzi Ünal gerçekten de kadınlardan etkilenmez; biz okurlar bunun nedenini belki bir Remzi Ünal öyküsünden öğreniriz diye düşünürüz.

Celil Oker’in Remzi Ünal’lı dördüncü öyküsü ise 2001 yılında basıldı. Rol Çalan Ceset’te (Doğan Kitap) bu kez Remzi Ünal’ın bütün “cool” tavırlarına karşın sorumluluk duygusu taşıdığını görüyoruz. Aynı salonda aikido çalıştıktan sonra arabasına aldığı Tuğçen isimli bir kız, birden takip edildiklerini söyleyip bu izlenmeden kurtulmaları için Ünal’dan yardım istiyor. Remzi Ünal “cool” olma gereği işe bulaşmak istemiyor ve kıza bunu belli edince Tuğçen arabadan iniyor. Ancak ertesi gün kızın öldürüldüğünü gazetelerden öğrenen kahramanımız, kurtarabileceği bir genç kızın ölümünden kendini sorumlu tutup işi incelemeye başlıyor. Aikido kursu hocasından aldığı bilgiler onu Rıza adında bir işadamına, oradan oğlunun ortağı olduğu Kanka Bar’a götürüyor. Bardaki kişiler özellikle tiyatro rejisörü Ali ve Kıbrıslı Şeyda ile Tuğçen’in ablası Tuğçe de olaylara karışıyor ve kitap ilginç bir finalle bitiyor. Remzi Ünal, geleneksel bir Agatha Christie romanında Mösyö Poirot’ya yakışan bir sonla öykünün bütün kahramanlarını Kanka Bar’da toplayıp muammanın çözümünü onlara anlatıyor. Rol Çalan Ceset kişisel kanımızca en iyi Remzi Ünal öykülerinden biri.

Remzi Ünal’ın 2004’te yayımlanan romanı Son Ceset (Doğan Kitap) idi. Kronik işsiz dedektifimize ilginç bir kadın müracaat ediyor: Bir parti ilçe merkezi başkanının karısı ve bilgisayar satıcısı Muazzez. Ödenmeyen bir borç için birilerini korkutmasını istiyor; işi rutin bir meşgale olarak algılayan kahramanımız, Muazzez’in garip ölümüyle yine belalı bir olaya karıştığını anlıyor. Bu kez Son Ceset kendisi olacaktır ama son anda yaralanarak paçayı kurtarıyor. Yine basit ama ilginç bir kurgu içinde özellikle sonlara doğru hızlanan bir macera izliyoruz. Artık kahramanımızı daha iyi tanıyoruz; hatta olaylar karşısında nasıl davranabileceğini tahmin edebiliyoruz. Remzi Ünal, bu öyküsüyle artık iyice belirginleşen ve yavaş yavaş Lawrence Block’un ünlü Scudder’ın andıran, değişmesini bekleyemeyeceğimiz yalnızlığı ve kişisel değer yargılarıyla Türk polisiye romanındaki yerini alıyor.

Yazarımızın 2005’te yayımlanan ve isminde ilk kez “ceset” olmayan romanı Bir Şapka Bir Tabanca’daysa (Merkez Kitaplar) kahramanımızı bir önceki macerasından sonra rehabilitasyon döneminde görüyoruz. Bekârlıkta ısrarlı Remzi Ünal ilk kez tereddüt yaşar gibi gözüküyor. Yıldız Turanlı ile ilişkisi iyice ilerlemiş; Yıldız, tehlikeli gördüğü mesleğini bırakması için dedektifimize restini çekip gidiyor. İkircikler içindeki Remzi Ünal’a çok sıradan bir iş teklifi geliyor. Ünlü reklamcı Noyan Sert, doğal bir ölümle hayata gözlerini kapayan babasının odasında bulduğu ve neye yaradığını anlamadığı tabancanın araştırılmasını istiyor. Bu basit görünen iş, pek çok kez olduğu gibi Remzi Ünal’ın başına epey dert açıyor; banyolarda cesetler bulunuyor, yine ilginç kadınlar işe karışıyor. Reklamcının hırslı karısı, kapıcının gizemli karısı derken Remzi Ünal bin türlü tehlikeyle karşılaşıp olayı çözümlüyor. Sıra artık Hercule Poirot’nun deyimiyle “a little reunion” küçük bir toplantıda herkese sonucu anlatmaya geliyor; kahramanımız da ölen adamın evindeki mevlitte bunu yapıp olaya noktayı koyuyor.

Celil Oker, aynı kahramanın maceralarını konu alan geleneksel polisiye roman türünde çok usta bir yazar olduğunu bu altı kitabıyla artık herkese kanıtlamıştı. Olayları anlatışı çok başarılı, kurgular ustaca ve en önemlisi Remzi Ünal’a alışıyoruz. Bu son husus aynı kahramanın öykülerini yazan bir polisiye roman yazarı için çok önemli. Kişisel kanımızca okur, kahramanı benimserse, olaylar karşısında nasıl davranacağını bilir, onu iyi tanır ve ona güvenirse bu durum bir tür tiryakiliğe yol açıyor. Celil Oker’in Remzi Ünal’ı da bu tiryakiliği veren bir dedektifti. Yazarımız beş yıl kadar yeni bir Remzi Ünal romanı kaleme almadı. 2010’da yayımlanan Yenik ve Yalnız (Turkuvaz Yayınları) ise Remzi Ünal’ın niteliklerinin romanıydı. Kahramanımız bu romanda hem yenik hem yalnız olmanın dramını çarpıcı bir şekilde okuruna aksettiriyordu.

Bir yıl sonra yayımlanan Beyaz Eldiven Sarı Zarf (Altın Kitaplar) ise Celil Oker’in polisiye öykülerini topladığı bir yapıttı. Kitapta beşi Remzi Ünal öyküsü olan sekiz öykü yer alıyordu. Kitaptaki Remzi Ünal öyküleri, Remzi Ünal tutkunlarını -ben de onlardan biriyim- şaşırtmıyor ama bu arada kahramanımızın bilmediğimiz özelliklerini öğrenmemizi de sağlıyordu.

Bir ara kara romanın büyük ustası Raymond Chandler’ın ünlü dedektifi Philip Marlowe’a benzettiğim Remzi Ünal, Beyaz Eldiven Sarı Zarf öyküsünde Marlowe’dan ziyade Edgar Allan Poe’nun kahramanı safi beyin, çıkarsama üstadı Dupin’e benzer bir şekilde muammayı çözüyor. “Basübadelmevt” isimli öyküde ise kahramanımız Dashiell Hammett’in ismini bir türlü öğrenemediğimiz, Continental Op dedektiflik bürosunda çalışan ve bütün zamanların en iyi polisiye romanlarından Kızıl Hasat’ın intikamcı özel dedektifini anımsatıyor. Gördüm ki Celil Oker bize Remzi Ünal’ı bütün özellikleriyle anlatıp teslim eden bir yazar değil. Onun yeni özelliklerini herhalde yeni Remzi Ünal öyküleriyle birlikte öğreneceğiz diye aklımdan geçiriyordum. Yazarımızın bu kitabında bize en büyük sürprizi kanımca “Muhtar Hanım” öyküsündeki Muhtar Hanım tiplemesi. Bu öyküyü okuyunca bana, bu çok başarılı amatör dedektif kadın, yazarımızın gelecek polisiye romanlarının muhtemel kahramanı olacak gibi gelmişti. Bunu Celil’e de söylemiştim. O da bu tahminimi doğru bulmuş ve Remzi Ünal’ın yanında bu ikinci dedektifin de maceralarını kaleme almayı düşündüğünü ifade itmişti ama melun hastalık buna izin vermedi.

1990’lı yıllardan sonra büyük bir ivme kazanan Türk poliseye roman yazınında eskilerin deyimiyle “triumvira”nın yani bir üçlünün büyük payı vardır. Ahmet Ümit, Osman Aysu ve Celil Oker bu üçlüyü oluştururlar; yazdıkları eserlerle hem polisiye roman okuma merakını tetiklemişler hem de pek çok yazara öncülük etmişler ve daha önemlisi, edebiyat tapınağının gedikli gardiyanlarının küçümsediği bu ilginç türün önemini, gerekliliğini ve “iyi polisiye romanın iyi edebiyat olduğunu” kanıtlamışlardır.

2013’te yayımlanan Ateş Etme İstanbul’da (Altın Kitaplar) Remzi Ünal’ın durumu ortada. Kahramanımız bir önceki romanının ismi gibi yenik ve yalnız, üstelik kadınlara mesafeli durma döneminden sonra kendisini etkileyen ilk kadından, Yıldız Turan’dan ayrılmış, yorgun, isteksiz ve kendinden hiç memnun değilken ne kadın ne de erkek yakın bir arkadaşı olan, Amerikan kara roman dedektiflerine benzeyen yalnız bir adamken yine beklemediği anda gelen bir telefonla kendini yeni bir maceranın içinde bulur.

2015’te yayımlanan son romanı Sen Ölürsün Ben Yaşarım’da da (Altın Kitaplar) bu yalnız ve yenik adamın yeni bir macerasını izleriz. Sonuç olarak Celil Oker’in dedektifi, cinayetin karşısına onu kapalı bir mekânda çözümlenmesi gereken bir mantık sorunu olarak değil; denetlenemez, ne olduğu ve olacağı saptanamaz bir şiddetin kendini ortaya koyuşu sayarak çıkar. Ancak her şeyin para gücüne bağlı olduğu bir ortamda ahlaki olarak savunulabilir bir tutum sürdürmeye çalışır ve çoğu zaman da gerçeği ortaya çıkardığında müşterileri mutluluktan havalara uçmaz. Bu kentin adi sokaklarından lekeli ve korkak bir adam gibi geçmez. O kahramandır, o her şeydir. Remzi Ünal sıradan biri gibi gözükür ama yine de eksiksiz, yine de sıradışı biridir.

Öyle olduğunu aklına getirmeksizin ve şüphesiz öyle olduğunu söylemeksizin, içgüdüsel olarak, kaçınılmaz bir şekilde şerefli biridir. Remzi Ünal, mevcut toplumsal düzenle ilgili herhangi bir yanılsamadan alaycı bir biçimde uzak duran, sert bir karakter gibi gözükse de alttan alta hâlâ bir duygusal adam, başı dertte kadınlara hayır diyemeyen bir yufka yürekli, güçlünün yanında zayıftan yana olan bir kimsedir. Remzi Ünal; Holmes ve Poirot gibi koltuğunda oturup olayı çözen mantıki düşünme dehalarının aksine ipuçlarının yorucu analizi ve bununla ilgili analitik çıkarsamalarla değil, sokağa inerek, gözlemler yaparak, onları izleyip yakalayarak ve inatçı bir şekilde hatta zor kullanarak sorgulamayla ortaya çıkarır. Gerçeğe, kusursuz bir usa vurma sonucunda değil, kendisini olayların akışına bırakıp değerlendirmelerini sürekli olarak yeniden gelişmelere uyarladığı için ulaşır. Dikkatlerini ve bakışlarını yakın çevresi üzerine yoğunlaştırır çünkü çoğu zaman ölümle karşı karşıyadır. Hiçbir terslikten yılmaz, kavgaya cesaretle atılır ve işkenceye gık demeden katlanır. Kahramanımız hâlâ ferdiyetçi tiptir ama polisiye olayları çözmekten zevk alan eksantrik ve zengin bir meraklı da değildir; dedektiflik çoğu zaman mütevazı maişetini sağlamak için yaptığı iştir.

Rahmetli dostum Celil’in eserleri çoğu olayın, çoğu gelişmenin hatta çoğu insanın dönüp de ikinci kez bakılmaya değmediği bu dünyadan bir an için kaçmayı düşlüyorsanız, günlük rutinin sarmalından kurtulmak istiyorsanız size bu kaçış zevkini en üst seviyede veren eserledir. Zaten bu kaçış zevki için polisiye okumuyor muyuz? Nitelikli polisiye ürünlerin önemi bu değil midir?