Hayatı

Celil Oker

14 Eylül 1952’de Kayseri’de doğan Celil Oker, ilkokulu mahalle mektebinde bitirdikten sonra babası Mehmet Oker’in doğar doğmaz oğlu için aklına koyduğu okula, Talas Amerikan Ortaokuluna yatılı olarak başladı. Talas Amerikan Ortaokulunun kapanmadan önceki son mezunlarındandır. Liseyi Tarsus Amerikan Koleji’nde yine yatılı okudu. Okulun kütüphanesinin anahtarı ondaydı ve eline geçen her şeyi okudu. Özellikle tarih kitaplarıyla polisiye romanlara düşkündü. O yıllarda ileride polisiye roman yazmayı kafasına koymuştu. 

1971’de Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu. Aralıklarla ancak 8 yılda mezun olduğu bu okulda tiyatro kulübüne katıldı, “Meydan” isimli ortaoyununu yazdı, oyun sahnelendi. Yine bu yıllarda çeşitli dergilerde, öyküleri yayınlandı. Kitap çevirileri yaptı. Eğitimine ara verdiği dönemde Dünyaya Gözlerini Açarak Bakmak isimli ilk romanını yazdı. O yıllarda Behice Boran’ın genel başkanlık yaptığı Türkiye İşçi Partisi’nin İşçi-Kültür Derneği’nde faal olarak yer aldı. Yine üniversite yıllarında çeşitli haber ajansları için çalıştı, röportajlar hazırladı.

Üniversite sonrasında Sevtap Öztan ile evlendi, çeviriler yaparak geçinmeye çalıştı. O yıllarda öyküleri Yarın dergisinde yayınlandı. Kısa bir süre Ansiklopedik Yayıncılık’ta Türkçe Sözlük hazırlığında yer aldı. 1982’de oğlu Ali’nin doğumuyla parasızlık ağır bastı ve Anadolu Yayıncılık’ta Türk ve Dünya Yazarları ansiklopedisinde çalışmaya başladı. Daha sonra ise 4 aylık askerliğinin bitmesinin ardından birçok tanıdığı gibi reklam ajanslarında çalışmayı ve yine yazmaya devam edeceğini düşündü. Reklam yazarı olarak ilk çalıştığı reklam ajansı Haluk Mesci’nin kurucularından olduğu Markom’du.

Markom’dan ayrıldıktan sonra Anadolu Yayıncılık’ın kurucusu Nazar Büyüm’ün Merkez Ajans’ında çalıştı. Daha sonra da Emre Senan ve iki arkadaşıyla birlikte Reklamcılık Ticaret Ajansı’nı kurdu ve reklam metni yazarlığını yıllarca sürdürdü. 1993 yılında ikinci oğlu Can doğdu. 90’ların ortasında Bilgi Üniversitesi’nde Reklamcılık bölümünde yarı zamanlı olarak reklam yazarlığı dersleri de vermeye başladı ve hocalıktan büyük keyif aldı. 1999’da ise reklamcılığı bırakıp tam zamanlı olarak aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Bir yıl kadar Galatasaray Üniversitesinde de davetleri üzerine yarı zamanlı çalıştı. 20 yıl boyunca reklam yazarlığı, Türk ve dünya reklamcılık tarihi ve mitoloji üzerine ders verdi. Hafta sonlarında “Yaratıcı Yazarlık” atölyeleri yaptı, son 5 yılda da lisans öğrencilerinin yanı sıra lisansüstü öğrencilerine de ders verdi.


Polisiye romancılığına Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışmasını kazanmasıyla 1999’da başladı. Lise yıllarından beri yazmak istediği polisiye roman tutkusunu hiç kaybetmedi ve 9 polisiye romanı ile, bir polisiye hikayeler kitabı yayınladı. Kitapları birçok dile çevrildi. Yurtdışı okuma günlerine ve kitap fuarlarına davet edildi. Haziran 2004’te “nesne-kitap” olarak tanımlanan, Metis Yayınları tarafından basılan, Bülent Erkmen projesi olan Beşbeşe adlı kitabın beş yazarından biridir. 2017 yılında Altın Kitaplar tarafından basılan Genç Yazarlar İçin Hikaye Anlatıcılığı Kılavuzu adlı kitabı hazırladı. Bu kitap birçok lisede ders kitabı olarak okutulmaktadır.


2019’da kaybettiğimiz Oker, kurulmasına yardımcı olduğu Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin 2020 yılında Büyük Usta ödülüne layık görüldü.

Hem kendisine hem ciddi insanların hâline güldü…

“Celil Oker’le tanışıp arkadaş olduğumuzda 16 yaşındaydım. O, kapanmakta olan Talas Amerikan Ortaokulu’ndan bizim Tarsus Amerikan Koleji’ne transfer olmuştu. Bugün lise arkadaşlarımızdan kime Celil Oker dense, sanırım aklına şunlar gelir: Futbol takımının (gözlüklü) kalecisi olduğu, yaşamın günlük rutinlerini yerine getirmekteki üşengeçliği, hepimizden daha çok kitap okuduğu ve hiç kimseyle kavgalaşmayan, iyi ve mantıklı bir insan oluşu. Gün gelip ilk polisiye romanını yazdığını öğrendiğimde bunu yapmak istediğini bana ta o yaşlardayken söylediğini anımsamıştım. Celil’le okul, sınıf ve yatakhane arkadaşlığımız üniversitede de devam etti. Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduk. Okula başlar başlamaz o tiyatro ve yazmaya, ben müzik ve tiyatroya öylesine merak sardık ki, derslere girmeye vakit bulamaz olduk; ikinci sınıfın sonunda not ortalaması düşüklüğünden ikimiz de neredeyse okulun edebiyat bölümünden atılıyorduk. O yıllarda Celil’le çok gülerdik: Kendi nereye varacağını hiç bilemediğimiz halimize, kendinden kuşkusu olmayan ciddi insanların haline ve genel anlamda insanlık hallerine bakıp bakıp gülerdik. 1974’te onun yazıp yönettiği, benim müzik ve dekorunu üstlendiğim ‘Meydan’ adlı metinli ortaoyunu denemesi yapmıştık. Sanatta yeteneğin payının az, öğrenmenin ve çalışmanınsa çok olduğunu ömrü boyunca savundu ve sürekli üretti. İnsanın birinci hedefinin diğer insanlara yararı olacak bir şeyler yapmak olduğuna inanırdı. Bu açıdan, üniversitede ders vermek onun başına gelen en iyi şeylerden biri oldu. Benim 2017’de İstanbul’da sahnelediğim oyunun izleyicili provasını izledikten sonra salondakilere dönüp ‘bu oyunu gördükten sonra buradan daha iyi bir insan olarak çıkmamak bence imkansız’ demesi, işim konusunda duyduğum en anlamlı övgü olabilir”.

Semih Fırıncığlu

Tiyatro Yönetmeni-Müzisyen






Loş bir ışık, soğumuş kahve ve sevgili öğrenciler…


“1998 güzünden bize veda ettiği güne kadar İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Reklam Yazarlığı, İleri Reklam Yazarlığı, Reklam Tarihi, Reklam Kampanyaları, Mitolojik Modern Öyküler, Hikaye Anlatımı dersleri verdi. Neredeyse bütün öğrencilerin ‘en sevdiğiniz hoca kim?’ sorusuna tereddüt etmeksizin ismini verdiği bir hoca oldu. Onu ofisinde hiçbir zaman yalnız görmek mümkün olmazdı; odadaki ikinci sandalye muhakkak dolu olurdu. Sandalyeyi kimi zaman çalışma arkadaşları, kimi zaman öğrencileri, kimi zaman bir okuru, onun mesleki ya da hayata ilişkin deneyimlerinden faydalanmak niyetiyle doldururdu. Biri bir hikaye yazar, onun deyimiyle ‘malı’ getirir, görüşünü alır; biri annesine kızar, sevgilisiyle küser, hocasıyla takışır ona dert yanmaya giderdi. Herkese her gün bıkmadan sorduğu soru ‘her şey yolunda mı?’ olurdu, çünkü her zaman her şeyin yolunda olmasını isterdi. İnsanı bu soruyu sorarak umutla doldurur, sonra da ‘yürü git’ diyerek cesaret verirdi. Aynı şekilde o da tüm çalışma arkadaşlarının kapısını çalar, hatırını sorardı. Öğrenciler ajans odasında çalışırken odaya girip ‘n’oluyo burda’ diye sorar, üretim süreçlerine yardım ederdi. Odasında her zaman loş bir ışık, bilgisayardan yükselen blues, soğumuş kahve, yazılmayı bekleyen yazılar ve bilgisayarının duvar kağıdında eşi Sevtap Hanım’ın ona kocaman gözlerle bakan fotoğrafı olurdu. En çok bitap düştüğü günlerde bile ders kaçırırsa içine dert olur, ‘çocuklar bekler beni’ derdi. Bize veda etmeden bir gece önce bile ‘bilgisayarımı açın, falanca dosyadan filanca ilanı yarın çocuklara gösterin’ diyordu. Öğrencilerinin emeğine çok kıymet verirdi. O kadar tevazu sahibiydi ki, romanlarıyla ilgili beğeninizi dile getirdiğinizde ‘sen onu boşver, neresini beğenmedin onu söyle’ derdi. Dünyanın en içten, sevimli ve eşsiz kahkahasına sahipti”.

Eser Levi

Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi